Kıskançlık

Zeynep Dulger
4 min readJul 14, 2020

--

Kıskançlık ne kötü şey. Ne verimsiz, ne gereksiz, ne bitmek tükenmek bilmeyen… Birinin bir şeyini kıskanırken, hop öbürünün bilmem nesine atlayıveriyor insan. Bazı günler huzur içinde, sevgi dolu geçebilirken bazı günler kapkaranlık bir kıskançlık mağarasının içinde yerlerde sürünmeye adanıyor. Bir mankenin bacaklarıyla başlayan gün, herhangi birinin yazdığı yazıyla devam ederken, komşu kızının spiritüel keşiflerinin büyüklüğüyle kapanıyor. Sonunda bu başkalarının başka şeyleri arasında kaybolurken kocaman bir iç sıkıntısıyla kendiyle baş başa kalıveriyor insan. Şimdi insan diyip herhangi birinden bahsediyor gibi yapmayayım, konu tabii ki benim. Ben iğrenç, kıskanç bir insanım ve bundan gerçekten utanıyorum. Böyle olmayı istemiyorum ama nereden geldiğini her zaman saptayamadığım için gerekli tedaviyi de uygulayamıyorum. Bir huşu içinde hayat kolaylıkla akıp gitsin isterken, her şey derde dönüşüyor.

Neden bazı günler böyle oluyor, o gün kıskançlık tanrıları özel bir büyü mü yapıyor bilmiyorum. Evet bazı günler sosyal medyanın veya hormonların etkisini net bir şekilde görebiliyorum ama bazı günler de bu karanlıkların nereden geldiğini gerçekten çözemiyorum. Ama nereden gelirse gelsin, bütün günü bir kıskançlıktan öbürüne atlayarak geçirmek gerçekten yorucu. İnsan resmen harap oluyor. Kötü gözlerle etrafa bakmanın bir çaba gerektirmesi, insanın doğası olmaması aslında güzel bir şey. Bu demek oluyor ki aslında o çabayı göstermesem, kısıtlı enerjilerimi negatif tarafa hizmet için harcamayı seçmesem bu durum yaşanmayacak. Ama yapıyorum, gerçekten bunun için uğraşıyorum. Herkesin benim sahip olmadığım nelere sahip olduğundan iyice emin olmak için gerekli tüm araştırmayı yapmaya her zaman çok hazırım. Bu bir hobi benim için adeta. Hayali envanter defterlerimde kendim dışında herkesin bütün özellikleri tutulu. Naciye güzeldir, Şükriye akıllıdır, Hayriye başarılıdır. Bende bu özelliklerin hiçbiri yok, sahip olmak için de çaba harcamam. Öte yandan Naciye, Şükriye ve Hayriye’yi de bu özellikleri için takdir edemem. Takdir sevgiyle, kıskançlık öfkeyle kardeş sanırım. Ya da benzer artı ve eksi duygular. Gerçekten sevdiğiniz bir insanı kıskanamazsınız ki, sadece hayranlıkla izlersiniz. Onun güzelliklerini görüp onun için kalpten mutlu olursunuz. Belki en fazla onu kendinize iyi bir örnek, gidilecek bir yön olarak seçersiniz ama kıskanmazsınız. Ama geri kalan herkesi, üf öyle bir kıskanabilirsiniz ki, aklınız durur.

Giotto Bey’in gözünden Yedi Ölümcül Günah. En ortada kafasından çıkan yılan gözlerini oyan da ben. Tam oturmuş, teşekkürler.

Kıskanılabilecek kişiler ve şeyler sonsuz. Kişiler sonsuz çünkü dünya üzerindeki insanlar sonsuz. Bir insanı kıskanmak için tanımak gerekmiyor çok şükür. Şeyler sonsuz çünkü hiçbiri bana ait değil. Nedense her zaman, başkalarının her şeyi varken benim hiçbir şeyim olmuyor. Herkese karşı ben, bana karşı herkes. Kazanılamayacak bir savaş. Sanırım kıskançlık diye bir şeyin varolmasının sebeplerinden biri, insanın her şeyi karşılaştırma yoluya algılamaya alışmış ve bu karşılaştırmanın sonunda taraflardan birinin üstün olması gerektiğine inanmış olması. Hiçbir şey ve dolayısıyla hiç kimse geri kalan şeylerden ve kimselerden bağımsız olarak algılanamıyor ve varlığını sürdüremiyor. Milyonlarca internet sayfasında milyonlarca kişi hiç durmadan her şeyi ve herkesi farklı özellikleri için değerlendiriyor. Neyi neden tercih etmesi gerektiği konusunda etrafa tavsiyeler saçıyor. Kendi halinde durduğu yerde duran ağaçların bile güzellikleri karşılaştırılıyor ve pahaları biçiliyor. Ben de sol elime kendimi alıyorum, sağ elime de kalan herkesi. İkisine de bakıyorum. Sol tarafta hiçbir şey göremezken, adeta elim boşken; sağ tarafta dev bir hazine sandığı. Ağırlığının altında elim eziliyor. Sol taraf yok. Karşılaştırmayı kaybedeceğini bildiği için daha kimse bakmadan kendi kendini imha etmiş. Puf! Halbuki aslında dursa, kendini gösterse belki de beklediği, kendine atfettiği kadar kötü bir sonuçla karşılaşmayacak.

Bütün bu saçma yorgunluğun tek bir çaresi var: Kendimi görmek, anlamak, bilmek ve sevmek. Sadece kendimi, bir kişiyi. Bütün yapmam gereken bu kadarcık. Kendimi beğenmek, bilip bilmeden toplumun hoş gördüğü standartlar içinde değil de, sadece gerçekten olduğum şeyler için beğenmek neden bu kadar zor? Bütün hayatım boyunca hep yanımda olmuş tek kişi kendimken, neden kendimle ilişkimi oturtmayı bir türlü beceremiyorum? Aynaya bakıp ışığın yansıttığı bilimsel olarak açıklanabilen görüntüyü göremiyorum, sadece ezberimde oturttuğum bir şeye bakıyorum. Adeta elimde tuttuğum çirkinlikler listesini kontrol edip her öğenin yanına çek atabilmek için bakıyorum kendime. Göbek yerinde duruyor mu? Evet. Beyaz saçlar artmış mı? Güzel. Kollarımın yanları kalınlaşmaya devam ediyor mu? Harika. Bir kerecik olsun objektif bir şekilde, sadece ilkokulda anlattıkları gibi ortadaki dik çizgiye yatay çizgiler çekerek, ayna görüntüsünün oluşmasını gözlemleyemiyorum. Yansıyan ışıkları karanlığım yutuyor herhalde, bunun başka bir açıklaması olamaz. Ya da belki de vampirim? En güzel duyguların vampiri.

Bilmiyorum işte, öyle veya böyle bir türlü kendimi göremediğim için anlayamıyorum ve sevemiyorum. Öte yandan, kendim olmak aşırı sıkıcı ve zor. Kendime tahammül etmek, her gün her saat kendimin peşinden koşup dertleriyle ilgilenmek çok bunaltıcı. Başkaları harika hayatlar yaşayıp gününü gün ederken, ben kendimle oturmak zorundayım! Çok büyük şanssızlık! Sohbeti kötü, esprileri soğuk, dertleri banal, tipine hiç girmeyeceğim bile. Başkaları yapınca oluyor ama ben yapınca bir türlü olmuyor. Dert bile bana yakışmıyor. İnsanlar havalı havalı üzülüyor, ben paçavra gibi. Mesela bazı insanları sevmeden kıskanabiliyorum, kendimi de öyle kıskansam ya? Yani madem sevemiyorum, bu bir çözüm olabilir belki diye düşünüyorum ama o da olmuyor. Bir şekilde kendimi sevmek zorundayım, bu iş başka türlü çözülmeyecek belli ki.

Sevgi de bir his alt tarafı, bir formülü yok ki. Nereden geldiğini bilmiyorum. Öylece çabasızca sevdiğim insanların ortak özelliklerini düşünüyorum da, bilmiyorum. Bazılarını çok tanımıyorum bile. Sadece seviyorum. Bazılarını da sadece sevmiyorum, onların da ortak bir özellikleri yok. E o zaman benim sahip olduğum özelliklerin de bir önemi yok kendimi sevmem hususunda. Özelliklerden bağımsızsa, karşılaştırmaya da yer bırakmıyor demektir. E harika o zaman! Hiçbir şey düşünmeden sadece sevmem gerekiyor kendimi, aşırı kolay. Ama nasıl?

--

--

Zeynep Dulger

Herkesin evinde kolaylıkla bulabileceği malzemelerle hazırlanan yazılar